Malum, yerli bir ürünümüz yok. Sektörümüz her ne kadar hizmet sektörü olsa da, hammadde kullanmaya ihtiyaç duymasa da, hizmet etmek için ihtiyacı olan araçları ithal olarak alıyor.
Örneğin bizi biz yapan otobüslerimizin çoğu ithal sayılır. Türkiye’de üretim yapan markalarımızın olması fiyatları değiştirmiyor. Yine otobüslerimizi Euro üzerinden almaya ve kura dayalı çalışmaya devam ediyoruz. Şu anda bir otobüsün fiyatı ortalama 300 bin Euro. Bunu şimdiki kur ile bir zahmet siz çarpın.
Gelelim diğer büyük, hatta en büyük kaleme; akaryakıt...
Halk diliyle ya da otobüsçü ağzıyla ‘mazot’a...
Mazot, dünyada yalnızca bizim ülkemize has olarak, sistematik artıyor. Bu artıştan bireysel kullanıcı kadar otobüsçü de etkileniyor. Ticari olduğumuz için bize bir indirim yok, akaryakıt firmalarının yaptıkları yüzde 4’ler haricinde.
Bilet fiyatlarımızı artıramıyoruz. Şu anda enflasyon yüksek, kur zaten yüksek. Domates 2 ay öncesine göre yüzde 70 artmış, ekmek yüzde 20 zamlanmış, mazot yüzde 9 zamlanmış ama, biz bilet fiyatlarını yerinden oynatamıyoruz. İki ay değil, iki yıl öncesinin hatta 5 yıl öncesinin fiyatlarıyla taşıma yapmaya devam ediyoruz. Nasıl mı katlanıyoruz? Katlanamıyoruz!..
Son günlerde artan enflasyon karşısında otobüsçü de ister istemez önlem almak zorunda kalacak. Devletin bu sektöre acil tarafından destek vermesi gerekiyor. Yoksa işimiz gerçekten çok zor!
Otobüsle taşıma Türkiye’nin gerçeği. Bunu hiçbir dönemde, hiçbir hükümet değiştiremedi. Ancak kur artışından doğan yetersizlik bizleri yatırıp yapamaz hale getirdi. Zadece otobüs pahalanmadı. Parça fiyatları da pahalı. İşçilik de pahalı.
Otobüsün bir bakıma girmesi demek, 1 – 2 seferine mâloluyor. Bunun yanında bir de üçüncü köprü sıkıntısı var ki sormayın gitsin. Hem zamandan, hem paradan hem de amortismandan kayıp... Üçüncü köprü üzerinden yaptığımız her sefer bize 1000 TL’ye yakın kayba neden oluyor. Aylık 15 bin liramız gidiyor anlayacağınız.
Sonuç olarak, ne bizim sektör, ne de bu ülkenin diğer sektörleri, bu yüksek kur ile yaşayamaz. Yaşaması mümkün görünmüyor.
Ya bu çorabı yamalayıp, yamalayıp giyeceğiz, ya da yeni çorap alacağız. Cebimizdeki para yeni çorap almaya yetmiyor. Yama da belli bir yere kadar idare eder. Tamamen yıprandığında çorap, ayağımızda çıkarıp atacağız. Yenisini alamazsak ayağımız çıplak dolaşacağız.
Yani ya bundan sonra “Türk Malı” etiketlerini her yerde göreceğiz ya da buraya kadar diyeceğiz...
Kimse işini gücünü kaybetmek istemez.
Umarım sektörümüz yaşar.
Vesselam...
İrfan Kalkan
E-Mail : istozkaymak@gmail.com