Son günlerde karşılaştığım, tüm otobüsçü dostlar ve meslektaşlar son derece karamsar, ümitsiz ve gelecekten büyük bir kaygı duyduklarını ifade ediyorlar. Ben yıllar önce, bugünlere geldiğimizde bu durumları yaşayacağımızı söylemiş, hatta bir gazetede bu sektörden kaçan kurtulur diye ifade etmiştim.
Geleceği görmek ve tahmin edebilmek bilgi beceri ve vizyon gerektirir, daha da önemlisi ilgi gerektirir. İzleme, hissetme ve algılama değerlerini de koyunca, üç aşağı beş yukarı tabloyu görebiliyorsunuz.
Yanılmıyorsam 2002 - 2003 yıllarıydı. Hükümetin “ULAŞTIRMA ANA PLANI STRATEJİSİ” bir şekilde elimize geçmişti. Plânda bizi bu günlere getiren stratejiler belirlenmişti. Yine o dönemlerde defalarca yazdık, çizdik, uyardık, ancak kimseye inandıramadık ve çözüm üretmek için yeterli desteği bulamadık.
Hükümetin politikalarına, sektörün kendi musibetleri de eklenince kaçınılmaz son daha da hızlandı. Kendi iç sorunlarını sivil toplum anlayışıyla çözemeyen bir sektörün, doğal olarak dış cephelerde de hak arama sorumluluğu ve becerisini göstermesi beklenemezdi. Hükümetin havayolu, demiryolu, hatta denizyolu politikalarına gösterdiği özeni, ilgiyi ve yatırımı bizim sektörümüze de göstermesini sağlayabilirdik.
Kısacası hükümetin ulaştırma politikalarına bir bütün olarak bakmasını temin edebilirdik. Bu bizim hak arama mücadelemiz olurdu. Yüz binlerce insan adına hak aramak önemli bir sorumluluktur, bu sorumluluğu ve basireti gösterecek birlikteliği sağlayamadık.
Büyük ekonomik gücü olan “sivil toplum örgütü”, gücünü sektörün lehine kullanmak yerine, çoğunlukla aleyhine kullanmıştır. Otobüsçülerin muhabbeti olan otogarlar, cennet yerine cehenneme döndürülmüştür.
Bugün hâlâ sektörün en büyük “sivil toplum örgütü” olduğunu iddia eden ve benimde bir süre başkanlığını yaptığım sivil toplum örgütü, bireysel otobüsçülerin, otobüs firmalarının en önemli sorunları olan, otogar çıkış ücretleri, servis hizmetleri ve maliyetimizi oluşturan diğer konularda hiç sesini çıkarmıyor. Besin kaynağı olan şirkete hizmet etmeyi ibadet sayıyor. Bu doğal bir menfaat ilişkisinin sonucudur. Aslında edindikleri menfaat kendilerinin ve temsil ettiklerini zannettikleri sektör mensuplarının öz kaynağıdır.
Bunun böyle olduğu kendileri tarafından çok iyi bilinmektedir. Bu sivil toplum örgütünde, atanmışlık seçilmişliğin yerini almıştır, irade tek elden yönlendirilmektedir. Kısacası “padişahım çok yaşşa” mantığıyla işler yürütülmektedir. Buna karşılık sektörün büyük bir bölümü sessiz çoğunluk kitlesini oluşturmaktadır.
Esas sorun buradadır, mağdur edilme sırasına girmiş bu sessiz çoğunluk tedbir almak yerine sıra beklemeye devam etmektedir. Sorumsuzluk, ilgisizlik, bana dokunmayan yılan mantığı hat safhadadır. Mağduriyet sırası geldiğinde çaresizlik, ümitsizliği ve karamsarlığı getirmektedir. Oysa her şeye rağmen sektörlerinde yönetilebilecek ve sektörü düzlüğe çıkaracak fırsatlar hâlâ var. Ama herkes dünyaya kendi dar penceresinden bakmaya devam ediyor ve kendilerine yapılan bir kader olarak görüyor.
Bu kaderci anlayışla gidilecek yer bellidir ve oraya geldik. Yeni bir yol haritasına ihtiyacımız var, bundan sonraki yazımda o yol haritamızı çizeceğim. Katılım için çağrıda bulunacağım, gelen gelir, gelmeyen kendi bilir.
Mustafa Yıldırım
TOF Genel Başkanı
www.ulasimgazetesi.com