1960’lı yıllarda o zamana kadar komple (build up) ithal edilmekte olan bazı ağır ticari araçlar lisanslı olarak imal edilmek suretiyle Türk Otomotiv Sanayi’nin temelleri atılmış ve böylece sanayicilerimize yeni ufuklar açılmaya başlamıştır. Bu dönemde, ülkemizin en büyük holdinglerinden Koç Grubu da yarı yarıya dizaynı bize ait olan ve ilk yerli otomobilimiz diyebileceğimiz “Anadol “ marka aracın üretimine Bursa’da başlamıştır.
1980’lerin ortalarına kadar ithal araçlar hariç olmak üzere; Türkiye’de İtalyan, Fransız lisansları ile üretilmiş 2 ayrı markada binek aracımız karayollarımızda seyretmekte idi. Liberal ekonomiye geçiş dönemi ile birlikte ithal ikamesini kademeli olarak rafa kaldırılmış ve o güne kadar sadece yurtdışında ve/veya yazılı&görsel medya’da gördüğümüz dünya’nın hemen hemen her yerinden her model ve türevde ticari sınıf dahil olmak üzere binek araçlar yollarımızda arz-ı endam etmeye başlamışlardır.
Bu yeni süreçte toplumumuz; hızlı tüketime alıştırılmış, en son model araç (özellikle ithal) almak bireyler arası sınıf atlama göstergesi olarak dimağlara işlenmiş ve insanlarımız adeta birbirleri ile yarışırcasına yeni model araba sahibi olmak yarışına girmişlerdir. Bu yüzden, lisanslı imalat yapan şirketlerimiz de yine lisansör firmalarından en yeni modellerini ülkemizde üretebilmek için çok daha farklı bir rekabetin içine girmişlerdir.
Otomobilin tarihine bakıldığında görülecektir ki; Dünya’da binek araç dizaynında söz sahibi büyük firmalardan İskandinav ve Amerikan firmaları hariç tutulursa; İtalyan, Alman ve Fransız firmaları, 1. ve 2. Dünya savaşlarının kötü etkilerini yaşamalarına karşın; alt yapılarının iyi olması, özellikle bilimsel-teknik araştırma kayıtlarına sahip çıkmaları, halklarının bilime inanmaları, teknolojiye ve Ar-Ge çalışmalarına değer vermeleri, ürün ve/veya imalat standartlarını oluşturmaları ve bunlara harfiyen uymaları sonucunda dünyaca ünlü markalarını yaratmışlardır.
Benzer şekilde, 2. Dünya savaşı, hemen arkasından Kore savaşında çok büyük kayıplarla çıkan sırasıyla Japon ve G.Kore araç firmaları, önce kendi motosikletlerini yapmışlar, daha sonra konvansiyonel motorlar yaparak dünyaya satmaya başlamışlar, mükemmele ulaşabilmek için sürekli kendilerini geliştirmişler (kaizen), markalaşırken en ufak ayrıntıları bile otomotiv sektöründeki herkes ile tartışmışlar, akademik çalışmalara ağırlık vermişler, sanayicilerini&çalışanlarını dünya’nın her yerine göndererek onları eğitmişler, Alman ve Fransızlar’dan araba imalatını öğrenerek kendi standartlarını oluşturmuşlar, kaliteye son derece önem vermiş ve en önemlisi uzun vadeli planlamalar yaparak bugün dünyaca tanınmış kendi markalarını yaratmışlardır.
Bu çerçevede, ülkemiz Türk otomotiv sanayi’ne baktığımızda;
- Ülkemizde matbaanın bulunmasından yaklaşık 300 yıl sonra ancak çoğaltılabilir yazılı&basılı eserler oluşmaya başlayabilmiş bu nedenle genç Cumhuriyetimiz de sanayimiz ve teknolojik birikimimiz yeterince oluşamamış, sanayi devrimi ıskalanmış, tarıma dayalı sanayi’ye ağırlık verildiğinden diğer sanayi kollarına bakışımız ertelenmiş, otomotiv sektöründe ileri gitmiş ülkelerin geçirdiği süreçleri yaşamamış ve teknoloji ve dokümantasyon olarak otomotiv alt yapımız (son 25-30 yıllık periyodu saymazsak ) sadece lisansör firmaların verebildiği ölçüde sınırlı kalmıştır.
- Son 15-20 yılda iç/dış piyasalardan gelen yoğun talep dolayısıyla lisanslı imalat yapan firmalarımız, olanca güçleri ile imalatlarına ağırlık vermişler, otomotiv sektörümüz hem dünya’nın her kıtasına ihracat yapabilmek hem de AB gümrük birliği çerçevesinde ilgili Direktif&Regülasyonlara uyum sağlayabilmek için kendi ürünlerini yeniden gözden geçirip homologe etmeye çalışmışlar dolayısıyla bu esnada dünya’da gelişen otomotiv teknolojilerine yeterince zaman ayıramamışlardır.
- Dünya’da fosil yakıt rezervlerinin azalmaya başlaması, çevre bilincinin hızla yaygınlaşması, elektronik ve bilgisayar kontrollü komponent&aksamların bir aracın ayrılmaz parçası olması sonucu; gelişmiş ülkelerde yeni nesil olarak tanımlanan “Yeşil Araçlar” çok hızlı bir biçimde seri imalata geçmeye başlamış, bu çeşit yeni teknoloji de otomotiv firmalarımız tarafından çok sonraları fark edilmiş veya gelişmeler kulak arkası edilmiş ve bu yüzden de otomotiv şirketlerimiz, lisansörleriyle olan bağlılıklarını artarak devam ettirmişlerdir.
- Bu arada, ucuz işgücünün getirdiği avantajları da kullanan, dünyanın üretim üssü Çin ise lisanslı olarak ucuz araç imal etmeye başlamış, bir taraftan da dünyaca tanınan markaların araçlarını taklit ederek kalitesi düşük ancak fiyatı uygun olarak nitelenen kimi özgün araçları pazarlara sürmeye başlamış, dolayısıyla binek araç imalatı yapan firmalarımız söz konusu Çin araçlarının ülkemize hızla girmeye başlaması karşısında adeta “sıtma” nöbetine tutulmuşlar, bu yüzden de tüm eforlarını, imal ettikleri araçları ucuzlatmak ve iç/dış pazarlarda satışlarını kaybetmemek üzere yoğunlaştırmışlardır.
- Diğer taraftan, son 6 yıl içerisinde; kendi bilgi birikimleriyle imalat yapan Türkiye’nin en köklü 3 ticari araç ile 1 traktör firmamız imalatlarını sonlandırmaları veya kapılarına kilit vurmaları; otomotiv sektörümüzün baba yiğitlerini (!) endişelendirmiş, ilaveten yıllarca lisansör firmaların know-how’ını kullanan binek araç imalatı yapan firmalarımız, bir ticari araç imalatından çok daha karmaşık olan yeni yerli bir marka otomobil dizaynı ve imalatında yaşanabilecek olası sorunları da göz önüne getirerek ürkmüş veya çekimser davranıp bildik imalatlarına dönmüşlerdir.
III.Bölüm: Bardağa dolu ve boş taraftan bakarsak. Kalın sağlıcakla.
Ertan Döner
Makine Mühendisi
E-Mail: ertandoner@yahoo.com